Suudi Arabistan ve İran; askeri kapasiteleri, ekonomik güçleri, coğrafi genişlikleri, enerji kaynaklarıyla ve İslam’ın iki ana siyasi mezhebine liderlik etmeleriyle birlikte düşünüldüğünde Ortadoğu siyasetinde kilit rol oynayan iki etkili güç merkezini oluşturmaktadır. Bu iki güç merkezi daima Ortadoğu’da ortaya çıkan fırsatları kendi lehlerine çevirmek ve bölge siyasetinde etkinlik kurmak amacıyla oldukça ciddi bir rekabet ve çatışma içerisine girmektedir. Her iki ülke yönetimlerinin birbirlerine ilişkin algı, tutum ve davranışları zaman zaman çatışmaya evrilecek düzeyde olumsuz biçimlenmektedir. Öyle ki bu iki aktör birbirlerini bölgesel istikrar dönemlerinde güçlü bir rakip, istikrarsızlık dönemlerinde ise öncelikle baş edilmesi gereken hayati bir tehdit şeklinde görmektedir. Dolayısıyla Riyad-Tahran ilişkileri 1979 İran Devrimi’nden 2011 Arap Baharı’na kadar olan zaman diliminde rekabet ve çatışma ekseninde gerilimin sürekli yükselip düştüğü bir seyir izlemiştir. Söz konusu 35 yıllık zaman zarfında Arabistan-İran ilişkilerini üç ana dönemde incelemek mümkündür: İlişkilerde düşmanlık ve rekabetin ortaya çıktığı 1979-1989 dönemi, İlişkilerde yumuşamanın yaşandığı 1989-2001 ve son olarak gerilim ve rekabetin yeniden baş gösterdiği 2001-2015 dönemidir.
Karşılıklı Düşmanlık ve Gerilim (1979-89)
1970’lerde “Çifte Sütun” politikasının iki sacayağını oluşturan Arabistan ve İran, ABD’nin bölgedeki iki güvenilir müttefikiydi. Devrim öncesinde monarşi yönetimi tarafından Şiiliğin dış politikada bir araç olarak devreye sokulmaması, statükocu bir dış politika takip edilmesi ve Şah yönetimlerinin Batı’yla olan güçlü ilişkileri gibi nedenlerle İran, Riyad yönetimi tarafından güçlü bir rakip olarak görülmesine rağmen, güvenlik tehdidi olarak algılanmıyordu. Böyle bir İran, Suudi yönetimi tarafından devrimci/revizyonist Arap rejimlerinin oluşturduğu tehditlerle mücadele hususunda işbirliği yapılabilir bir ortak olarak değerlendiriliyordu. Ancak 1979’da devrimin gerçekleşmesiyle birlikte iki ülke ilişkileri bozulmuş, kontrol edilebilir rekabet yerini düşmanlık ve nefrete bırakmıştır. İran’ın devrimin ardından bölgede statükocu çizgiden revizyonist çizgiye kayması, Şii mezhep anlayışını dış politikada önemli bir araç olarak tedavüle sokması ve devrim ihracı politikası izlemesi Riyad-Tahran ilişkilerinin bozulmasında rol oynayan ana değişkenler olarak sayılabilir.
Yeni İran yönetiminin bölgesel statükoyu değiştirme çabaları, bölgedeki monarşilerin meşru olmadığını ileri sürmesi ve özellikle bölge devletleri içerisinde bulunan Şiileri bulundukları rejimlere karşı ayaklanmaya kışkırtması, içerisinde Şii azınlık barındıran Sünni bir monarşi olan Arabistan’ı önemli bir güvenlik tehdidi ile karşı karşıya bırakmıştır. Dini Lider Ruhullah Humeyni Suudi Arabistan ve müttefiği Körfez monarşilerini gayrimeşru ve gayri İslami olarak nitelendirmiş, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına hizmet eden bu rejimlere karşı Şii grupların ayaklanması telkininde bulunmuştur. Bunun üzerine İran’ın siyasi, ekonomik ve ideolojik desteğini alan Suudi Arabistan’daki Şiiler, 1979’da devrimin ardından ve 1980’de devrimin yıl dönümünde yönetime karşı ayaklanmışlardır. Ülke nüfusunun yaklaşık % 10’unu oluşturan Arabistan’daki Şiilerin bulundukları bölge olan el-Ahsa’nın petrol rezervleri açısından zenginliği ve ülkenin Basra Körfezi’ne çıkış kapısı olması göz önüne alındığında Suudi hanedanı için tehlikenin ciddiyeti ortadadır. Bunun yanı sıra diğer Körfez ülkelerindeki Şiiler de İran’dan aldıkları destek ve telkinlerle bulundukları rejimlere karşı ayaklanmışlardır.
İran yönetiminin devrim ihracı üzerinden yayılmacı politikaları bölgesel nüfuzu ve ulusal güvenliğine ciddi bir tehdit halini almasıyla Suudi yönetimi, derhal İran’ı bölgede dengeleme politikası izlemeye başlamıştır. Bu politikası çerçevesinde Riyad yönetimi ve diğer beş Körfez ülkesi 1981’de bir araya gelerek Körfez İşbirliği Konseyi’ni (KİK) kurmuşlardır. Böylece İran’ı ortak tehdit gören Körfez monarşileri aralarındaki işbirliğini güçlendirmek, iç ve dış tehditlere karşı ortak mücadele vermek noktasında anlaşmışlardır. Bu dönemde İran’la Arabistan arasında gerilimi tırmandıran diğer bir gelişme 1980-88 İran-Irak Savaşı’dır. Ülke çoğunluğunu oluşturan Şiilerin yönetime karşı ayaklanmalarını gerekçe gösteren Irak’ın İran’a karşı başlattığı savaşta Arabistan Irak’ı desteklemiştir. Irak’ta Şiilerin iktidara gelme ihtimalinden tedirgin olan ve İran’ın dengelenmesi gerektiğini düşünen Riyad yönetimi sekiz yıllık savaşta Bağdat yönetimine ekonomik, lojistik ve hatta askeri destek çıkmıştır. Örneğin İran’ın yayılmacı politikaları karşısında tampon bölge olarak gördüğü Sünni Bağdat yönetimine Suudi Arabistan savaş esnasında bir kısmı hibe, bir kısmı da kredi olmak üzere 25 milyar dolar para yardımında bulunmuştur. Ayrıca Irak savaş sırasında Basra Körfezi’ndeki limanlarını kulanamayınca, Arabistan kendi toprakları üzerinden Irak’a silah sevkiyatına ve Irak petrollerinin uluslararası piyasalara ulaşmasına izin vermiştir.
1979-89 döneminde İki ülke arasında düşmanlık ve nefreti artıran, gerilimi daha da tırmandıran son gelişme ise 1987 Hac gösterileriyle yaşanmıştır. 1987 Hac mevsiminde Humeyni’nin posterlerini taşıyan İranlı ve diğer Şii hacı adayları “müşriklerden arınma” adı altında Suudi yönetimi karşıtı kitlesel bir gösteri düzenlemişlerdir. Gösterilere izin vermeyen Suudi güvenlik güçleri ile göstericiler arasında çıkan çatışmalarda 275’i İranlı olmak üzere 401 hacı adayı öldürülmüştür. Bunun üzerine Riyad ve Tahran yönetimleri birbirlerini ağır bir şekilde suçlamışlardır. Arabistan’ın Tahran elçiliği İranlı göstericiler tarafından saldırıya uğramıştır. Karşılıklı suçlamalar ve tehditlerle ikili ilişkilerde tansiyon yükselince 1988’de Suudi yönetimi, İran’la diplomatik ilişkilerini kesmiş, elçiliğini kapatmıştır. Suudi yönetimi, İran vatandaşlarının hac yapmalarını dahi yasaklamıştır. Sonuç olarak devrimin ilk on yılının sonuna gelindiğinde Basra Körfezi’nin karşılıklı iki yakasında bulunan Arabistan ve İran’ın ilişkileri bölgesel rekabet ve güvenlik tehditleri nedeniyle kopmuştur.
Yumuşama (1989-2001)
Riyad-Tahran ilişkilerinin 1989-2001 dönemi “yumuşama” dönemi olarak adlandırılmaktadır. 1988’de zirveye çıkmış olan ilişkilerdeki gerilim, bölgesel ve ulusal alanlarda meydana gelen önemli gelişmelerle birlikte giderek düşmüştür. Bu sayede İran’ın başta Suudi Arabistan olmak üzere komşu Arap ülkeleriyle ilişkilerinde yeni bir sayfa açılmıştır. İlişkilerde yumuşamayı mümkün kılan üç önemli değişkenden bahsedilebilir. Bunlardan birincisi, 1988’de İran-Irak Savaşı’nın sona ermesidir. İran’ın ateşkesi kabul etmesi, İran dış politikası ve bölge siyaseti açısından önemli dönüşümün habercisi olmuştur. İran-Irak Savaşı, Riyad yönetiminin konumlanışı nedeniyle Arabistan-İran ilişkilerinde 1980’ler boyunca anlaşmazlık ve gerilime yol açan önemli bir faktördü. 1980’lerin sonuna gelindiğinde ikili ilişkileri ipotek altına alan bu sorun devre dışı kalmıştır.
Arabistan ve İran’ın birbirlerine bakışını değiştiren, birbirlerine ilişkin tutum ve davranışlarında yumuşamayı beraberinde getiren ikinci değişken, İran’da meydana gelen liderlik değişimidir. 1989 yılında Dini Lider Humeyni vefat etmiş ve yerine Ali Hamaney geçmiştir. Yine aynı yıl reformist Haşimi Rafsancani cumhurbaşkanı seçilmiştir. Devrimin ilk on yılında yayılmacı dış politika takip eden ve bölgesel statükoyu kendi lehine dönüştürmeye çabalayan İran, 1990’lara gelindiğinde yeni liderlikle sayesinde bölgesel dengeleri dikkate alan, bölgesel istikrara katkı yapmaya çalışan devlet duruşu sergilemeye başlamıştır. Bunun yanı sıra 1997’de diğer reformist lider Muhammed Hatemi’nin İran’da cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte İran’ın sadece Arap devletleriyle değil aynı zamanda Batılı ülkelerle de ilişkileri normalleşmeye başlamıştır. İran’ın değişen bölge siyaseti karşısında Arabistan’ın da tehdit algıları değişmiştir.
Riyad-Tahran ilişkilerinde yumuşamaya yol açan üçüncü ve en önemli önemli değişken 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesidir. Irak’ın Körfez ülkesi Kuveyt’i işgal ve ilhak etmesi Arabistan açısından Irak’ı daha yakın ve ciddi bir güvenlik tehdidi haline getirmiştir. Her şeyden önce Bağdat, Arabistan’ın müttefiklerinden birini işgal etmiş ve Basra Körfezi’ndeki sınırlarını genişletmişti. Kendi yer altı zenginliklerine birde Kuveyt’inkileri ekleyen Irak, Basra Körfezi’nde izlediği yayılmacı politikalarıyla komşusu Arabistan’ın karşısına güçlü bir bölgesel tehdit olarak çıkmıştır. Böyle bir Irak hem Arabistan’ın bölgesel nüfuzunu kırabilir hem de toprak bütünlüğü tehlikeye atabilirdi. Bu şartlar altında Riyad yönetimi, dış politikada Irak’ın dengelenmesini daha öncelikli olarak ele almış, İran’la yakınlaşmaya başlamıştır. elbette Irak’ın Kuveyt’i işgali karşısında İran’ın tutum ve davranışı, bölgesel statüko ve istikrarın savunucusu olması, Riyad yönetiminin algısının dönüşmesinde kilit rol oynamıştır.
Bu konjonktür altında taraflar arasında yapılan görüşmeler sonucunda Arabistan-İran ilişkileri 1991’de yeniden tesis edilmiş, karşılıklı elçilikler açılmıştır. Cumhurbaşkanı Rafsancani (1989-97) döneminde yeniden rayına sokulan Riyad-Tahran ilişkileri, Cumhurbaşkanı Hatemi (1997-2005) döneminde ilişkiler daha üst bir aşamaya taşınmıştır. 1999’a gelindiğinde Hatemi Arabistan’a ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu, devrimden bu yana İran’dan cumhurbaşkanlığı düzeyinde Arabistan’a gerçekleştirilen ilk ziyaret olmuştur. Öyle ki 2001’e gelindiğinde iki ülke arasında terörizmle mücadele konusunda işbirliğini öngören güvenlik işbirliği anlaşması bile imzalanmıştır.
Yeniden Gerilim ve Rekabet (2001-2015)
Arabistan-İran ilişkilerinde 1990’larda ortaya çıkan yumuşama ve yakınlaşma, 2000’lerle birlikte yeniden gerilim şeklimde biçimlenmeye başlamıştır. Rekabet, gerilim ve düşmanlığın iki ülke ilişkilerine yeniden yön vermeye başladığı bu dönemi doğuran dört önemli faktörden bahsedilebilir. Birincisi, 11 Eylül saldırıları ardından Bush yönetimin Ortadoğu’da izlediği saldırgan politikaların bölgesel güç dengesini değiştirmesi Riyad-Tahran ilişkileri üzerinde olumsuz yansımaları olmuştur. ABD’nin önce 2001’de Afganistan’ı işgal edip Taliban rejimini ve 2003’te Irak’ı işgal edip Baas rejimini yıkmasıyla, İran kendisi için güvenlik tehdidi oluşturan iki başat düşmanından kurtulmuştur. İran lehine değişen bölgesel güç denkleminde Suudi yönetimi endişelenmeye başlamıştır. Özellikle Irak’ta Şiilerin yönetime gelip, İran’la yakın ilişkiler kurmaya başlamaları Riyad’ı git gide daha fazla kaygılandırmıştır. Bu, Arabistan tarafından İran’ın Arap dünyasına yayılmasının önündeki Baas rejiminin ortadan kaldırıldığı ve yerine bölgedeki Şii gruplara örnek teşkil edecek ilk Şii Arap rejiminin kurulduğu şeklinde değerlendirilmiştir.
İki ülke ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen ikinci faktör, İran’ın 2005 yılından itibaren üzerine yoğunlaştığı nükleer programıdır. İran’ın nükleer silah üretme teknolojisine ulaşma girişimleri Arabistan’ı oldukça tedirginliğe itmiştir. Bu tür bir askeri kapasiteye sahip olacak İran, Arabistan’ın ulusal güvenliğine pek yakın bir tehdit oluşturan devlet olmuştur. Arabistan ve İran arasındaki anlaşmazlığı derinleştiren üçüncü faktör Arap Baharı’nın ortaya çıkardığı bölgesel istikrarsızlıktır. Söz konusu bölgesel istikrarsızlık esnasında Riyad ve Tahran aktif bir dış politika takip etmek suretiyle öncelikle ulusal güvenliklerini güvence altına alma (tehditlerin üstesinden gelme) ve ikincil olarak bölgesel nüfuzlarını artırma (fırsatları kazanıma çevirme) maksadıyla ciddi bir çekişmeye tutuşmuşlardır. Bu dönemde Şiiler kanalıyla bölgesel nüfuzunu her geçen gün artıran İran karşısında Arabistan, bölgedeki Sünni rejimler üzerinden İran’ın yayılmacılığının önüne geçmeye çabalamaktadır. Arabistan’ın Bahreyn ve Yemen’e yaptığı askeri operasyonlar ve Suriye’de muhaliflere verdiği destek böyle okunabilir
İlişiklerde gerilimin yükselmesinde etkili olan dördüncü faktör, Obama yönetiminin bölge sorunlarıyla “doğrudan ilgilenmeme politikası” ve bunun karşılığında Suudi Krallığı’nın “kendi başının çaresine bakmak” zorunda olduğu zor bir süreçle karşı karşıya kalmasıdır. Üstelik İran Devrimi’nden bu yana İran’ın bölgesel yayılmacılığının önünde duran ABD, artık bu ülkeyle sorunlarını halletmeye başladı ve iki ülke arasında kısmi yakınlaşma oluştu. Dolayısıyla Riyad’ın, Tahran’ın bölgesel politikalarına dair tedirginlik ve tehdit algıları daha da pekişmiş oldu. Böyle bir konjonktür altında Suudi yönetimin Ocak 2015’te Şii din adamı Şeyh Nimr’i idam etmesi had safhaya ulaşmış olan gerginliğin ciddi bir krize dönüşmesine yol açtı. İran yönetiminden yapılan tehditkâr açıklamalar ve Tahran’da Suudi elçiliğinin saldırılara maruz kalması üzerine Riyad yönetimi İran’la diplomatik ilişkilerini kesme kararı aldı. Sonuç olarak iki ülke ilişkileri tekrar 1980’lerlerdeki şeklini aldı.
Bu yazı ilk defa Ortadoğu Analiz, Mart-Nisan 2016 sayısında yayınlandı.